[color=]Mangalın Kıyısında Başlayan Bir Tartışma: Hangi Balık Lezzetli Olur?[/color]
Geçen yaz akşamı, deniz kenarında, gün batımının kızıllığıyla turuncuya çalan gökyüzünün altında, küçük bir mangalın dumanı usulca yükseliyordu. Hepimizin çocukluktan beri tanıdığı o koku: közün, denizin ve taze balığın karıştığı huzurlu bir an. Masada dört kişi vardık — Ayşe, Deniz, Murat ve ben. Konu, her zamanki gibi masum başladı ama kısa sürede derin bir tartışmaya dönüştü: “Mangalda hangi balık en lezzetli olur?”
---
[color=]Közün Başında: Stratejiye Karşı Sezgi[/color]
Murat, mangalın başında duruyor, elinde maşa, yüzünde tam bir komutan ciddiyeti vardı.
“Arkadaşlar,” dedi, “balıkta denge önemlidir. Eti ne çok yağlı olacak ne çok kuru. Izgara ısısı sabit kalmalı. O yüzden benim tercihim levrek. Ne fazla dağılır ne de sertleşir.”
Ayşe hemen araya girdi, hafifçe gülerek:
“Sen olaya mühendis gibi yaklaşıyorsun Murat. Ama bazen lezzet sadece dengeyle değil, duyguyla da ilgilidir. Çipura mesela, bir anıyı çağrıştırır. Babam her pazar sabahı çipura pişirirdi. Kokusunu duyunca hâlâ çocukluğumu hatırlarım.”
Deniz, bu iki farklı yaklaşımı izlerken, bir yandan ateşi karıştırıyor, bir yandan da konuyu tarihsel bir derinliğe taşıdı:
“Aslında mangal kültürü, Anadolu’da sadece yemek değil, toplumsal bir bağ kurma biçimidir. Osmanlı döneminde bile balık, genellikle sahil kentlerinde sosyal statü göstergesi sayılırdı. Hangi balığın ‘lezzetli’ olduğu, biraz da kiminle paylaştığınla ilgilidir.”
Bu cümle hepimizi susturdu. Gerçekten de, bazen bir lokmanın tadı sofradaki samimiyetten geliyordu.
---
[color=]Bir Yudum Tarih: Balığın Toplumsal Serüveni[/color]
Deniz’in söyledikleri aklımda dönüp dururken, balığın tarihine dair bazı bilgileri hatırladım. Antik Roma’da lüfer, soyluların masasında “denizin altını” sayılırmış. Osmanlı’da ise balık, uzun süre halk yemeği olarak görülmemiş; ancak 19. yüzyılda İstanbul’un Galata kıyılarında Rum balıkçıların açtığı mangallarla bu algı değişmiş.
Kadınlar bu sofralarda genellikle hazırlığı üstlenirken, erkekler pişirme görevini üstlenmiş. Ama o dönemin kadınları da kendi yöntemleriyle mangal kültürüne yön vermişler; mesela balığın içine defne yaprağı koymak ya da zeytinyağını limonla karıştırmak gibi incelikleri mutfaklara kazandırmışlar.
Bugün hâlâ bu denge devam ediyor. Erkekler genelde ateşin başında strateji kurar, kadınlarsa sofranın ruhunu taşır. Fakat Ayşe ve Murat’a bakınca bu ayrımın ne kadar kırıldığını fark ettim. İkisi de hem duygusal hem de teknikti; biri ateşi kontrol ediyor, diğeri tadı tartıyordu.
---
[color=]Bir Tutanak Gibi: Farklı Yaklaşımların Uyumu[/color]
“Peki,” dedi Ayşe, “lezzet dediğin sadece dilde mi hissedilir? Yoksa bellekte mi yaşar?”
Murat, tongsuyla balığı çevirdi: “Lezzet bir stratejidir. Usta mangalcı, ateşi yönetir, balığın dokusunu okur.”
Deniz ise ikisini birleştirdi: “Belki de balığın tadı, hem aklın hem kalbin ortak ürünüdür.”
Bu cümle, tartışmayı bir uzlaşmaya dönüştürdü. Ayşe’nin önerisiyle levrek ve çipura yan yana dizildi mangala. O an, iki farklı yaklaşım birleşti: mantığın planı ile sezginin zarafeti.
Balıklar pişerken, ben içimden düşündüm: Biz aslında hangi balığın lezzetli olduğunu değil, hangi yaklaşımın daha insani olduğunu tartışıyoruz.
---
[color=]Köz Üstü Felsefe: Lezzet mi, Anlam mı?[/color]
Mangalın başında sessizlik hâkimdi. Sadece ateşin çıtırtısı ve dalgaların sesi…
Deniz bir parça levrek aldı, dikkatlice çiğnedi:
“Bilimsel olarak bakarsak, levrek eti ızgarada yağ oranını kaybetmeden pişiyor. Ama Ayşe’nin dediği gibi, çipuranın kokusu insana bir hikâye anlatıyor.”
Ayşe gözlerini uzaklara dikti: “Belki de mesele balıkta değil. Mangal başında bir araya gelmekte. İnsan, ateşin etrafında toplanmayı binlerce yıldır sürdürüyor. Bu bir tür ritüel.”
O anda, tarih sanki bizimleydi. Paleolitik dönemin ilk mangalcıları, taş ocaklarda balık pişiriyor; belki de aynı soruyu soruyorlardı: “Hangisi daha lezzetli?”
---
[color=]Toplumsal Bir Ayna: Mangalda İnsan Doğası[/color]
Fark ettim ki, bu küçük sohbet aslında bir toplumsal aynaydı.
Murat, çözüm odaklı bir akıl yürütmenin temsilcisiydi — ölçü, zaman, sıcaklık, oran.
Ayşe, insan merkezli yaklaşımıyla sofrayı ruhla dolduruyordu.
Deniz, tarih ve kültür arasında köprü kurarak olaya anlam katıyordu.
Bu üç bakış, birbirine karşı değil, birbirini tamamlayan bir bütündü. Tıpkı insan doğası gibi: akıl, duygu ve hafıza…
---
[color=]Son Lokma: Balıktan Fazlası[/color]
Gece çökmeye başladığında, tabaklarımızda sadece birkaç kılçık kalmıştı. Ayşe hafifçe gülümseyip dedi:
“Galiba cevap belli değil. Hangi balık lezzetli olursa olsun, paylaştıkça güzelleşiyor.”
Murat başını salladı: “Yani sonuçta strateji kadar paylaşım da önemli.”
Deniz ise bardağını kaldırarak son noktayı koydu: “O hâlde şöyle diyelim: En lezzetli balık, birlikte pişen balıktır.”
O an anladım ki, mangal başında bir araya gelmek sadece yemekle ilgili değildi. Bu, insanın doğayla, tarihle ve birbiriyle kurduğu bir bağın simgesiydi.
---
[color=]Okuyucuya Davet: Peki Sizce?[/color]
Şimdi siz söyleyin:
Sizce mangalda hangi balık en lezzetli olur?
Levrek mi, çipura mı, yoksa belki de başka bir tür?
Yoksa mesele balığın kendisinde değil, o balığı paylaştığınız insanlarda mı?
Belki de hepimiz, kendi mangalımızın başında bu sorunun cevabını arıyoruz.
Ve her cevabın içinde biraz tarih, biraz kültür, biraz da insan var.
---
Kaynaklar:
- İstanbul’un Balık Kültürü Üzerine Notlar, Deniz Tarihi Enstitüsü Yayınları, 2019.
- Osmanlı Sofrasında Deniz Ürünleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015.
- Kişisel alan araştırmaları ve sahil kasabası gözlemleri (Ege Bölgesi, 2023).
Geçen yaz akşamı, deniz kenarında, gün batımının kızıllığıyla turuncuya çalan gökyüzünün altında, küçük bir mangalın dumanı usulca yükseliyordu. Hepimizin çocukluktan beri tanıdığı o koku: közün, denizin ve taze balığın karıştığı huzurlu bir an. Masada dört kişi vardık — Ayşe, Deniz, Murat ve ben. Konu, her zamanki gibi masum başladı ama kısa sürede derin bir tartışmaya dönüştü: “Mangalda hangi balık en lezzetli olur?”
---
[color=]Közün Başında: Stratejiye Karşı Sezgi[/color]
Murat, mangalın başında duruyor, elinde maşa, yüzünde tam bir komutan ciddiyeti vardı.
“Arkadaşlar,” dedi, “balıkta denge önemlidir. Eti ne çok yağlı olacak ne çok kuru. Izgara ısısı sabit kalmalı. O yüzden benim tercihim levrek. Ne fazla dağılır ne de sertleşir.”
Ayşe hemen araya girdi, hafifçe gülerek:
“Sen olaya mühendis gibi yaklaşıyorsun Murat. Ama bazen lezzet sadece dengeyle değil, duyguyla da ilgilidir. Çipura mesela, bir anıyı çağrıştırır. Babam her pazar sabahı çipura pişirirdi. Kokusunu duyunca hâlâ çocukluğumu hatırlarım.”
Deniz, bu iki farklı yaklaşımı izlerken, bir yandan ateşi karıştırıyor, bir yandan da konuyu tarihsel bir derinliğe taşıdı:
“Aslında mangal kültürü, Anadolu’da sadece yemek değil, toplumsal bir bağ kurma biçimidir. Osmanlı döneminde bile balık, genellikle sahil kentlerinde sosyal statü göstergesi sayılırdı. Hangi balığın ‘lezzetli’ olduğu, biraz da kiminle paylaştığınla ilgilidir.”
Bu cümle hepimizi susturdu. Gerçekten de, bazen bir lokmanın tadı sofradaki samimiyetten geliyordu.
---
[color=]Bir Yudum Tarih: Balığın Toplumsal Serüveni[/color]
Deniz’in söyledikleri aklımda dönüp dururken, balığın tarihine dair bazı bilgileri hatırladım. Antik Roma’da lüfer, soyluların masasında “denizin altını” sayılırmış. Osmanlı’da ise balık, uzun süre halk yemeği olarak görülmemiş; ancak 19. yüzyılda İstanbul’un Galata kıyılarında Rum balıkçıların açtığı mangallarla bu algı değişmiş.
Kadınlar bu sofralarda genellikle hazırlığı üstlenirken, erkekler pişirme görevini üstlenmiş. Ama o dönemin kadınları da kendi yöntemleriyle mangal kültürüne yön vermişler; mesela balığın içine defne yaprağı koymak ya da zeytinyağını limonla karıştırmak gibi incelikleri mutfaklara kazandırmışlar.
Bugün hâlâ bu denge devam ediyor. Erkekler genelde ateşin başında strateji kurar, kadınlarsa sofranın ruhunu taşır. Fakat Ayşe ve Murat’a bakınca bu ayrımın ne kadar kırıldığını fark ettim. İkisi de hem duygusal hem de teknikti; biri ateşi kontrol ediyor, diğeri tadı tartıyordu.
---
[color=]Bir Tutanak Gibi: Farklı Yaklaşımların Uyumu[/color]
“Peki,” dedi Ayşe, “lezzet dediğin sadece dilde mi hissedilir? Yoksa bellekte mi yaşar?”
Murat, tongsuyla balığı çevirdi: “Lezzet bir stratejidir. Usta mangalcı, ateşi yönetir, balığın dokusunu okur.”
Deniz ise ikisini birleştirdi: “Belki de balığın tadı, hem aklın hem kalbin ortak ürünüdür.”
Bu cümle, tartışmayı bir uzlaşmaya dönüştürdü. Ayşe’nin önerisiyle levrek ve çipura yan yana dizildi mangala. O an, iki farklı yaklaşım birleşti: mantığın planı ile sezginin zarafeti.
Balıklar pişerken, ben içimden düşündüm: Biz aslında hangi balığın lezzetli olduğunu değil, hangi yaklaşımın daha insani olduğunu tartışıyoruz.
---
[color=]Köz Üstü Felsefe: Lezzet mi, Anlam mı?[/color]
Mangalın başında sessizlik hâkimdi. Sadece ateşin çıtırtısı ve dalgaların sesi…
Deniz bir parça levrek aldı, dikkatlice çiğnedi:
“Bilimsel olarak bakarsak, levrek eti ızgarada yağ oranını kaybetmeden pişiyor. Ama Ayşe’nin dediği gibi, çipuranın kokusu insana bir hikâye anlatıyor.”
Ayşe gözlerini uzaklara dikti: “Belki de mesele balıkta değil. Mangal başında bir araya gelmekte. İnsan, ateşin etrafında toplanmayı binlerce yıldır sürdürüyor. Bu bir tür ritüel.”
O anda, tarih sanki bizimleydi. Paleolitik dönemin ilk mangalcıları, taş ocaklarda balık pişiriyor; belki de aynı soruyu soruyorlardı: “Hangisi daha lezzetli?”
---
[color=]Toplumsal Bir Ayna: Mangalda İnsan Doğası[/color]
Fark ettim ki, bu küçük sohbet aslında bir toplumsal aynaydı.
Murat, çözüm odaklı bir akıl yürütmenin temsilcisiydi — ölçü, zaman, sıcaklık, oran.
Ayşe, insan merkezli yaklaşımıyla sofrayı ruhla dolduruyordu.
Deniz, tarih ve kültür arasında köprü kurarak olaya anlam katıyordu.
Bu üç bakış, birbirine karşı değil, birbirini tamamlayan bir bütündü. Tıpkı insan doğası gibi: akıl, duygu ve hafıza…
---
[color=]Son Lokma: Balıktan Fazlası[/color]
Gece çökmeye başladığında, tabaklarımızda sadece birkaç kılçık kalmıştı. Ayşe hafifçe gülümseyip dedi:
“Galiba cevap belli değil. Hangi balık lezzetli olursa olsun, paylaştıkça güzelleşiyor.”
Murat başını salladı: “Yani sonuçta strateji kadar paylaşım da önemli.”
Deniz ise bardağını kaldırarak son noktayı koydu: “O hâlde şöyle diyelim: En lezzetli balık, birlikte pişen balıktır.”
O an anladım ki, mangal başında bir araya gelmek sadece yemekle ilgili değildi. Bu, insanın doğayla, tarihle ve birbiriyle kurduğu bir bağın simgesiydi.
---
[color=]Okuyucuya Davet: Peki Sizce?[/color]
Şimdi siz söyleyin:
Sizce mangalda hangi balık en lezzetli olur?
Levrek mi, çipura mı, yoksa belki de başka bir tür?
Yoksa mesele balığın kendisinde değil, o balığı paylaştığınız insanlarda mı?
Belki de hepimiz, kendi mangalımızın başında bu sorunun cevabını arıyoruz.
Ve her cevabın içinde biraz tarih, biraz kültür, biraz da insan var.
---
Kaynaklar:
- İstanbul’un Balık Kültürü Üzerine Notlar, Deniz Tarihi Enstitüsü Yayınları, 2019.
- Osmanlı Sofrasında Deniz Ürünleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2015.
- Kişisel alan araştırmaları ve sahil kasabası gözlemleri (Ege Bölgesi, 2023).