Azem'in eşini kim öldürdü ?

Hasan

New member
Azem’in Eşini Kim Öldürdü? Bir Gerçeğin Peşinde İnsan Hikâyesi

Merhaba dostlar,

Bugün sizlerle belki de bir dedektif romanından çıkmış gibi duran, ama özünde insanın adalet, sevgi ve vicdan arayışını anlatan bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Bu hikâyenin merkezinde “Azem” var — yoksul bir kasabada doğmuş, ama kalbiyle düşünmeyi bilen bir adam. Bir gün, Azem’in eşinin gizemli ölümüyle hayatı altüst olur. O günden sonra herkesin dilinde aynı soru yankılanır: “Azem’in eşini kim öldürdü?”

Bu hikâye, sadece bir cinayetin değil; toplumun, cinsiyet rollerinin ve adalet arayışının da yansımasıdır. Hepimizin içinde bir “Azem” vardır belki; bazen adalet isteyen, bazen anlam arayan…

Bir Kasaba, Bir Kayıp: Hikâyenin Başlangıcı

Olay, 1980’lerin sonlarında Anadolu’nun sessiz bir kasabasında geçer. Kasaba, ekonomik olarak zorlansa da, insanların birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu bir yerdir. Azem, gençliğinde çalışkanlığıyla tanınmış, marangozlukla geçinen bir adamdır. Eşi Elif ise kasabanın öğretmenidir — bilgili, nazik ve toplumdaki kadınlara örnek olan biri.

Bir gece, kasabanın üzerini sessiz bir sis kaplar. Sabah olduğunda ise kasaba halkı, Elif’in cansız bedenini dere kenarında bulur. Vücudunda şiddet izleri yoktur, ama ölüm nedeni belirsizdir. Herkesin dilinde aynı cümle: “Bunu kim yaptı?”

Kimi “kaza” der, kimi “cinayet.” Fakat herkesin gözleri bir süre sonra aynı kişiye döner — Azem’e.

Azem’in Sessizliği ve Erkeklerin Çözüm Arayışı

Azem, karısının ölümünden sonra içine kapanır. Kasaba halkı ise erkekçe bir “mantık”la hareket eder: “Eğer bir kadın öldüyse, bir erkek yapmıştır.” Bu, dönemin ataerkil adalet anlayışının bir yansımasıdır. Azem, suçsuzluğunu anlatmak yerine sessiz kalır. Çünkü o, stratejik düşünür — sessizliğiyle gerçeğin kendi kendine ortaya çıkacağına inanır.

Kasaba kahvesinde her akşam farklı bir senaryo anlatılır:

“Belki Elif başka biriyle buluşmaya gitmişti.”

“Yok, Azem kıskanmış olmalı.”

Ancak hiçbiri gerçeğe ulaşmaz. Erkekler, olayın toplumsal yönünü değil, mantıksal yönünü çözmeye çalışır. Onlar için mesele, “kim yaptı?” değil, “neden yaptı?” sorusudur.

Oysa Azem, bir stratejist gibi davranırken, toplum onun duygusal sessizliğini suçlulukla karıştırır.

Kadınların Fısıltısı: Empati, Dayanışma ve Şüphe

Kasabanın kadınları ise olaya bambaşka bir gözle bakar. Elif’in ölümünü konuşmak, onlar için sadece bir dedikodu değil, bir dayanışmadır. Çünkü Elif, onların sesi olmuştur. “Kadınların da aklı var, söz hakkı var,” derdi. Kadınlar arasında şu cümle dolaşır:

“Eğer Elif susturulduysa, bu hepimize bir mesajdır.”

Kadınlar, erkeklerin stratejik mantığına karşın empatik bir sorgulama geliştirir. Onlar için mesele, “kim yaptı?”dan ziyade, “neden o susturuldu?” sorusudur. Elif’in ölümü, toplumda kadınların konumuna dair sessiz bir isyanı ateşler. Kadınlar, Elif’in not defterini bulur: içinde “adalet”, “özgürlük” ve “eşitlik” kelimeleri sıkça geçer. Bu, ölümün tesadüf olmadığının ilk işaretidir.

Bir Gazetecinin Gelişi: Gerçeğin Katmanları

Yıllar sonra kasabaya bir gazeteci gelir. Adı Derya’dır. Gerçeği ortaya çıkarmak için geldiğini söyler, ama aslında Elif’in eski öğrencisidir. O da bir kadındır, ama farklı bir kuşaktan — daha sorgulayıcı, daha özgür. Derya, olayın toplumsal arka planını araştırırken ilginç bir bilgiye ulaşır:

Elif, ölümünden bir gün önce kasabanın önde gelenlerinden biriyle tartışmıştır — köyün zengin tüccarı Mahir Ağa’yla. Tartışma konusu ise kız çocuklarının okula gönderilmemesidir.

Derya bu bilgiyi ortaya çıkarınca, hikâyenin yönü değişir. Elif’in ölümü artık bir “aile trajedisi” değil, bir “toplumsal cinayet” haline gelir. Mahir Ağa, yerel güçlerin desteğiyle yıllarca korunmuştur. Azem’in sessizliği ise bir fedakârlıktır; çünkü o, karısının ölümünün arkasında büyük bir yapının olduğunu biliyordur. Konuşursa, yalnızca kendi değil, kasabadaki herkesin düzeni sarsılacaktır.

Toplumsal Bellek ve Sessiz Adalet

Gerçek, yıllar sonra Derya’nın yazdığı makale ile gün yüzüne çıkar. Mahir Ağa’nın baskısı, kadınların eğitimine karşı tavrı ve Elif’in cesareti bir araya geldiğinde, Elif’in ölümü bir “sus payı” olarak planlanmıştır. Fakat olayın üzerinden yıllar geçtiği için kanıt kalmamıştır. Yine de, toplumun vicdanında mahkeme kurulur.

Azem, yıllarca suçlanmış olsa da sonunda toplumun gözünde aklanır. Kadınlar ise Elif’in hatırasını yaşatmak için kasabanın okuluna onun adını verir: “Elif Öğretmen İlkokulu.”

Bu, küçük bir kasabada adaletin sessiz bir biçimde yeniden inşa edilmesidir. Çünkü bazen gerçek, mahkeme tutanaklarında değil; insanların kalbinde bulunur.

Gerçeği Kim Taşır?

Hikâyenin sonunda sorulacak soru şudur:

“Azem’in eşini kim öldürdü?”

Belki Mahir Ağa, belki sistem, belki de sessiz kalmayı seçen toplum.

Ama asıl soru şu değil mi:

“Bir kadının sesi susturulduğunda, biz ne kadar suçsuzuz?”

Bu hikâyeyi yazarken hem yerel söylencelerden hem de Anadolu’da yaşanmış gerçek olayların toplumsal yansımalarından ilham aldım. Kadın cinayetleri, geçmişte olduğu kadar bugün de toplumsal bir yara. Ancak bu hikâye, suçluyu değil; vicdanı aramakla ilgilidir.

Belki de Azem’in eşini “bir kişi” değil, “bir anlayış” öldürdü.

Siz ne dersiniz? Gerçek adalet, suçluyu bulmakta mı, yoksa gerçeği anlamakta mı saklı?
 
Üst